17 Ekim 2016 Pazartesi

SEVGİMTRAK SEVMELER

SEVGİMTRAK SEVMELERİN VAR SENİN




Herşeyin biraz yaparmış gibi, biraz edermiş gibi, oldukça miş miş  gibi bu günlerde. Sana baktıkça içim şişmiş gibi oluyor.

Sevgimtrak sevmelerin var mesela. Severmiş gibisin de ama sevmezmiş gibisin aynı zamanda.
 
Özlemtrak özlemlerin var senin. Özlermiş gibisin ama sonra özlemezmiş gibisin de.

Samimimsi samimiyetler yaşanıyor aramızda. Samimiyim gibi çek kanka ama samimi de olmayayım çok fazla gibisin.

Yardımımsı yardımların oluyor arada. Yardım edermiş gibi görünüyorsun da aslında pek de etmiyorsun.

Mutlumsu mutsuzluklar yaşıyoruz. Mutluymuş gibi duruyoruz ama mutsuz oluyoruz.

Böyle bazen bir şey olacakmış gibi oluyor ama sonra yine bir şey olmuyor.

Gök yüzü bile biraz mavimtrak, biraz grimsi. Arada kalmış alaca karanlığımsı renkler var seninle olduğumdan beri. Gök yüzümü şaşırdı yoksa ben mi?

Her şey biraz yaparmış gibi, herkes biraz severmiş gibi, herşey biraz miş gibi, herkes biraz olacakmışımsı  ama olmamış gibimtrak.

İşte onun için sen de artık herkesimsi gibisin, biraz da herşeyimtrak.

Aman işte her neyse, bundan dolayı bi gidermiş gibi yapıp gerçekten gider misin sevgili herkesimtrak.

Senin beynin henüz ham, henüz olmamışımtrak.


 #eczaciadam

13 Ekim 2016 Perşembe

HASTANEDE TANIŞTIM FİLİZ’LE


HASTANEDE TANIŞTIM FİLİZ’LE




Hastanede tanıştım Filiz’le.

Ameliyat olan babamın ve benim yattığımız odaya geldi sabah. Kapıda durdu, biraz ürkek gözlerle baktı içeriye. Yine yüzünde o güzel gülümsemesi vardı. Küçük adımlarla girdi içeriye.

Hastanede tanıştım Filiz’le.
İçeriye girip tek tek yatan hastalarla tanıştı. Sonra da biz refakatçilerin isimlerini öğrendi.

Hastanede tanıştım Filiz’le.
Üstünde hep kırmızı tişört, altında çingene pembesi pijama. Ayaklarında terlik vardı. Çorabı yoktu.

Hastanede tanıştım Filiz’le.
O da günlerdir babasının yanında kalıyordu annesiyle birlikte. Onun için o da benim gibi biraz dağınık, biraz da kirliydi haliyle.

Hastanede tanıştım Filiz’le. 16-17 yaşlarındaki zihinsel engelli Filiz’le hastanede tanıştım ben. Terliklerini sürüye sürüye koridorda gezen, tek bir refakatçi kuralına göre annesi orada bulunan ama bırakacak yerleri olmadığı için yere battaniye serip yatan, bütün hastaları günde 5 defa gezip geçmiş olsun diyen Filiz’le tanıştım ben.

Odaya geldiğinde adımı öğrendi, “sana eczacı abi diyebilir miyim” dedi, ben de ona Filiz abla dedim, hoşuna gitti. Günde en az 5 defa gelip “babana iyi bakıyorsun değil mi eczacı abi” diye sordu. “Bakıyorum Filiz abla” dedim.

“Ben renkleri biliyorum” dedi. Tişörtümdeki renkleri dokunarak saydı, “Kırmızı, mavi, beyaz”.  “Sayıları” da biliyorum dedi. “Say” dedim, “1-4-6-9-10” dedi. “Aferin” dedim.

Bir gün çok sinirli geldi Filiz. “Birisi bana özürlü dedi, ben özürlü müyüm” dedi. Ben de ona “ sen özürlü değil ÖZELSİN” dedim. Çok sevindi. Bütün odaları gezdi,  “ben özelim” dedi.

Hastanede tanıştım özel Filiz’le. Onunla sayıları öğrendik tekrar, bir de haftanın günlerini. Babasının hastaneden çıkacağı günü saydı böylece her sabah.

Bir ara hırçınlaştı, “yeter artık ben okula gideceğim, arkadaşlarım beni özledi, öğretmenim de kızacak” dedi.  “Baban iyileşince git bence, şimdilik okulu boşver” dedim. “Tamam doğru” dedi, okula gitmedi.

“Ağzı fermuarlı çanta bulun bana” dedi, “Ne yapacaksın” dedim,  “e o kadar kitabı nasıl götüreceğim ben okula eczacı abi” dedi.  “Haklısın ben düşünemedim” dedim.

Hastanede tanıştım ben Filiz’le. Özel, güzel saf, temiz Filiz’le. Biz gittik evimize, o gitti yaşadığı şehre.

Bir Özel Filiz tanıdım ben hastanede, bizim hepimize özel’ liklerimizi unuttuğumuzu gösteren bir Filiz. Ben ondan tekrar öğrendim özel’liğimizi, basitliğimizi ve temizliği. Öyle ya hayat o kadar basitti ya başta, gül-oyna-bulunduğun ortama ayak uydur. Ye, iç ve de uyu bulduğun yerde, battaniyenin üstünde bile.

Hastanede tanıdım ben Filiz’i, kimseyi bu kadar içten tanımamışım meğerse. 
Çok çocuksuyum artık, birazcık özgür, azıcık da özel. 

#eczaciadam






10 Ağustos 2016 Çarşamba

GİDİYORUM






Dört saat sonra gidiyorum. Gidiyorum diye uyuyamıyorum.
Biraz daha uyumazsam gidiyorum.

Az sonra olmuyor bir türlü,
saatler yavaş bile geçmiyor gitmeyi  istediğinde,
Ve bir de geçmiyor zaman, kızgın bir acının üstünde yıllardır yürüyorum
Ama sonunda gidiyorum.

Yeter artık gidiyorum, hem de az sonra gidiyorum. Az sonra, bir saat sonra gidiyorum ama artık gidiyorum!
Bırakın beni  gidiyorum. Sıkıldım artık gidiyorum. Tutmayın beni gidiyorum. Olmaz artık gidiyorum. Durdurmayın beni gidiyorum.

Yarım saat  kaldı ben gidiyorum. Tüm ayrılıklardan, tüm yorgunluklardan, tüm sıkıntılardan gidiyorum.

Bekleyin bütün anlamazlar, ben yarım saate gidiyorum. Sabredin biraz vefasızlar ben hemen gidiyorum.

Az kaldı sigaramın son nefesi  ve de beynimin son problemi. Ben gidiyorum.

15 dakika kaldı… Hayatımın uçağı kalkıyor ve ben gidiyorum.
Sizi bir daha umursamamak üzere gidiyorum.

Vakit tamam ben gidiyorum. Motor çalıştı. Her şeye hoşça kal diyorum.
Bir daha hatırlamamak üzere gidiyorum.

Doyamıyorum sana ama gidiyorum. Çünkü artık gidiyorum,
Canımı dişime takarak gidiyorum.


Bu sefer giden can,
bu seferki canan,
bu sefer ki yaşanan ,
bir daha geri dönmeyecek biliyorum ve ona rağmen gidiyorum.

Şimdi memnun değilse geri döner belki  giden,
Bir çok bekleyen nafile bekler çünkü dönmeyecekler…

Çünkü ben kalbini bile  bile bilerek,
artık gidiyorum.
Sen bu cümleyi anlayana kadar gidiyorum.

Durduramayacaksınız  artık beni ,
Çünkü ben şimdi gidiyorum.


6 Ağustos 2016 Cumartesi

BENİ GÜZEL ANLA

BENİ GÜZEL ANLA



 Beni  tüm vücudunla ve bir de  tüm organlarınla anla.

Beni burnunla anla mesela, kokumu hiç beklemediğin bir anda sokakta alıp arkana baktığında.

Beni gözlerinle anla, kalabalıklar içinde eğlenirken birden gözlerin beni aradığında.

Beni kulaklarınla anla, sadece senin için söylediğim şarkıyı ansızın arabanın radyosunda duyunca.

Beni o kadar güzel anla ki akciğerlerinle, içine her nefes çektiğinde beni bırakmak iste dudağında.

Beni o kadar güzel anla ki karaciğerinle, rakı içerken, Zeki  Müren dinlerken, deniz kenarında bira içerken ben geleyim sana, sen ise büyük bir yudum anlayış çek kadehinden  yokluğumda.

Beni o kadar güzel anla ki apandis organınla, tıkansın oraya benden bir hüzünlü çekirdek, ayaklarını karnına çekince sancı girsin, karnın ağrısın aşkla.

Beni o kadar güzel anla ki lenf bezlerinle, mesela bağışıklık sistemin zayıflayıp grip olunca hatırla. O iş çıkışı sana yapılan çorbayı kokla ve unutma.

Beni o kadar güzel anla ki kalbinle, kalbin hızla atmaya başlayınca taşikardi oldum diye korkma.

Beni ruhunla anla, canın her acıdığında.


Ben sana unutma demiyorum asla ve kat’a, beni  sadece anla!
Çünkü dilin unuttum der ama ben diğer organlarına güveniyorum. Bir tahlil yaptırsak ciğerlerinde toksik dozda ben çıkar ama tedaviye yanıt alınamaz bu defa.


Haaa, bir ricam var bu arada,
Beni bir çocuk gibi anla ayrıca,
Bir daha iğne olacak kadar hasta olmayacağına söz vermiş bir çocuk gibi göz yaşlarıyla anla.

EczacıAdam


30 Temmuz 2016 Cumartesi

Bağıra bağıra susuyorum bu gece...





Bağıra bağıra susuyorum bu gece,
Hem de herkesin içinde.
Çok kalabalık bir gün bu gün,
ama yarın nasıl olur bilmiyorum.
İnsanların yüzüne bakıyorum ve avaz avaz susuyorum ,
ama kimse anlamıyor.
Bağıra bağıra susuyorum bu gece,
Hem de çılgın kalabalıkların içinde.

30 Haziran 2016 Perşembe

İÇİMDEN GELMİYOR

İÇİMDEN GELMİYOR!





İçimden gelmiyor…
Ne yazmak geliyor içimden ne de bir ev çizmek boş kağıda.
Hayal kurmak gelmiyor içimden boşu boşuna.
Müzik dinlemek istemiyorum mesela bunlar olurken.
Televizyonu açmak istemiyorum, radyonun fişini takmıyorum.
İnternet aboneliğim bitmiş ama yenilemesem de olur diyorum.


Bir şarkı geliyor aklıma, en sevdiğim, vazgeçiyorum mırıldanmaya.
İçimden gelmiyor denize bakmak, hele de  arkadaşlarla oturmak.
Ne çalışmak geliyor içimden ne de tatile çıkmak.
Ne ağlamak geliyor içimden ne de çay demlemek!


Çünkü yazacak bir şey yok,
Acıdan başka,
Bu böyle oldukça…


Kahrolsun bazı  şeyler!!!
Aşık olmaktan başka,
Ama anlayan oldukça…


İçimden gelmiyor,
Böyle yaşatıldıkça…



22 Haziran 2016 Çarşamba

KOLORADO’YA TAŞININ LEYN(!)



Biz ne güzel insanlardık be arkadaşlar. Ne oldu da bizi bu hale getirdiler. Kim bizi kindar yaptı? Kim bizi bozdu?  Kim vicdanımızı çaldı? Kim bizi vicdansız yaptı?

Bugün bir gazete başlığı gördüm. “Kahrolasıca şarkıcı …… öldü” diye. Yıllardır bildiğimiz, ekranlarda gördüğümüz bir ismin ölümüyle ilgili bir paylaşımda bulunmuş yorumcu. Sonra da büyük büyük anlatmış onun masonluğunu ve gayri müslimliğini ve bilmem daha nelerini…

Biz ne zaman kötü insanlar olduk da ölülerin arkasından hakaret eder olduk? Bizi kim insanlıktan çıkardı fark etmeden?


Bir zamanlar hep iyiydik biz. 

Harçlığımız arkadaşımızdan fazlaysa utanır söyleyemezdik.

Uzun teneffüste parası olmayan arkadaşımız var diye simit yemezdik, simit!

Kalp krizi geçiren babası olan kişinin yanında kalp demezdik. Kalbimizi gömerdik.

Ayakkabısı kötü olanın yanında ayakkabılarımızı sıranın arkasında çapraz yapıp saklardık.

Akşam yemeğinde makarnamızın kıymalı olduğunu saklardık mesela . Belki arkadaşımız sade yemiştir diye.

Ergenlikte sigara içmeye özendirilirken de en ucuz sigarayı içerdik ki kaliteli sigara alamayanlar utanmasın diye.

Kıyafete çok önem vermezdik çünkü daha iyi giyinemeyen olursa ayıp olur diye.

Saçımızı hep yandan ayırırdık, dikine giden olmasın, jöle bulamayan alınmasın diye.

Grip olunca rapor almazdık, rapor alacak tanıdık doktoru olmayan arkadaşımız var diye.

Sınavdan 90 alınca sevinmezdik 50 alan arkadaşımız var diye.

Öyle ikide bir anne-baba-teyze-dayı lafları etmezdik, olan var olmayan var diye.

Sevinmezdik öyle her şeye delicesine, ağlamazdık öyle feryat edercesine.

Biz en aşağıdakine göre ayarlardık hep hüznü de sevinci de. Başkaları alınmasın diye…


 Hamburgerciler mi bozdu bizi yoksa kahveciler mi bizi bizden uzaklaştırdı bilemedim? Yoksa bütün bunlar adını telaffuz edemediğimiz 25 liralık makarnayı sipariş edemezken mi yaşandı?

Ne oldu bize? Kim veya  ne oldu da bizi bu hale getirdiler. Kim bizi kindar yaptı? Kim biz bozdu? Kim vicdanımızı çaldı?


Eğer o zorla götürdüğünüz yerde yediğimiz dabıl çizburgerli voper menülü soğan ringslerinin yanında içtiğimiz  kafe motta dabıl  mohiyatolu espiresso latte bizi böyle yaptıysa, olmaz olsun öyle dabıl çizburgerli voper menülü soğan ringslerinin sonrasında içtiğimiz  kafe motta dabıl  mohiyatolu espireso latte. 
Ben köfte ekmek istiyorum bir dahakine. Hem de çift ekmekle.


Eskiyi özlüyorum. Vicdanlı insanları istiyorum.




Not: Bu yazıyı kafe motta dabıl  mohiyatolu espireso latte içenler değil, yemek sonrasında orta şekerli  Türk kahvesi içenler okusun lütfen. Diğerleri de Kolorado’ya taşınsın. Oranın mohiyatosu pek iyiymiş,öyle diyorlar.

20 Haziran 2016 Pazartesi

TAM SEVECEK OLUYORUM...


TAM SEVECEK OLUYORUM…



















Tam sevecek oluyorum,
Polyanna geliyor yanıma.
Sev  diyor ama terkedilmeyi göze al...

Tam sevecek oluyorum,
Kendime ördüğüm duvarlar dikiliyor karşıma.

Tam sevecek oluyorum,
Birisi başlamadan ağlatıyor.

Tam sevecek oluyorum,
Yaşadığım hayal kırıklıkları çıkıyor karşıma,
Yapma diyor yapma !
Bir kez daha acıtma canını,
Kanatma bir kez daha kapanan yaralarını.



Tam sevecek oluyorum,
İstediğim Sevgi'nin siyah beyaz filmlerde kaldığını fark ediyorum.

Tam sevecek oluyorum,
Uyanıyorum kan ter içinde. Oh be(!) diyorum.


Tam sevecek oluyorum,
En arabesk şarkıların içinde buluyorum kendimi.

Tam sevecek oluyorum,
Bakıyorum ki onlar masallarda kalmış.

Tam sevecek oluyorum.
Görüyorum ki karşımdaki ADAM’ cık beş para etmezmiş.

Tam sevecek oluyorum,
Görüyorum ki karşımdaki KADIN’cık bile olamamış.



Tam sevecek oluyorum,
Anlıyorum ki sevecek yürekler çok eskilerde kalmış.

Tam sevecek oluyorum,
Yüreğim eskilerde kalmış.

Tam sevecek oluyorum ,
Görüyorum ki artık yürek değil beden sevilir olmuş.

Tam sevecek oluyorum,
Bedenim bile yorgun kalmış.

Tam sevecek oluyorum,
Seveceğim Adam gözlerimdeki yaşlara sebep olmuş.



Tam sevecek oluyorum,
Seveceğim kadın gözümde gönlümde cansız olmuş.


Tam sevecek oluyorum…
Artık onun için sevmiyorum
Çünkü artık bende sevecek bir yürek kalmamış....















(Mısralar bir kadın ve bir adam tarafından ortak yazılmıştır. Böyle bir şeyin olması da inanılmazdır. Tarihe not düşülsün!  Teşekkürler Nur...)




3 Haziran 2016 Cuma

VEFA İSTANBUL'DA BİR SEMT ADIDIR

Vefa İstanbul’da bir semt adıdır




Eminönü İlçesi sınırları içerisinde bulunan Vefa semti, Aksaray ile Unkapanı arasındaki Atatürk Bulvarı’nın doğusundaki Süleymaniye semti ve Külliyesi’nin Zeyrek semtine bakan yamaçları üzerine kuruludur.

Vefa ismi Şeyh Vefa’dan gelmektedir. Aslen Karamanoğulları kökenli olan bu muhterem insan Fatih Sultan Mehmet zamanında İstanbul’a yerleşmiştir. İyi bir ilim adamıdır. Arapça, Farsça ve Türkçe yazılmış bir çok şiiri ve risâlesi vardır. Şiir ve yazıları derin manalıdır. Şeyh Vefâ 1491 yılında hayatını kaybetmiştir. Ölümünün ardından Fatih Sultan Mehmet kendisi adına  bir cami ve bir çifte hamam inşa ettirmiştir.

Vefa semtinin tarihçesi Bizans dönemine kadar dayanmaktadır. Semt o dönemde merkezi bir konumda yer almakta idi. Tarih boyunca da hep gözde bir semt olarak adından söz ettirmiştir..
Vefa semtinin tarih boyunca gözbebeği olması nedeniyle semtte bir çok cami, kilise, kütüphane ,hamam,  medrese gibi eserler yer almaktadır.

Tarihi değerlerinin yanı sıra Vefa denilince akla gelen şeyler arasında Vefaspor ve ayrıca Vefa Bozacısı da gelir. Hatta semtmi bozacıya adını vermiştir yoksa bozacımı semte adını vermiştir kafa bile karıştırır günümüzde.





Teknik olarak Vefa semtinde doğan kişilere “Vefalı” denir. Bunun tam tersi ise Vefa’da doğmamış kişilere de o zaman “Vefasız” denir. Yani Vefa’da doğmayan bizlerin hepsi aslında ‘Vefasız’ ız bu durumda. Yani kardeşim sen feveran ederek haykırıyorsun ya vefalı insan yok diye; sen Ankaralı’dan, Adanalı’dan, İzmirli’den, Konyalı’dan vefa arama boşuna. Çünkü Vefa İstanbul’da bir semt adıdır.


Şimdi sessizce gözlerini kapa ve vefalı aramaktan vazgeç. Adamı hasta etme, azıcık Vefalı’yı da boşuna meşgul etme.



1 Haziran 2016 Çarşamba

ZAHİRİM

ZAHİRİM



Zannettiğim kadarsın,
İşte o kadar yüce.
Sığdırılamaz hiçliğe.


Mealim;
Ben’i bir tek anlar’ım
İDİN;
Evvelim olmadın bari zahirim olaydın
İYİYDİN.


Kesiştik mi travmalarımızda?
Belki de “hiç yoktan” iyisiydik
Bilmem ki, neydik…


Bardağımızı doldurdular
Son damla idik
NEYSE ne İDİK…



(ÖLDÜM KOLLARINDA CENNETİ GÖRDÜM İDİK)



31 Mayıs 2016 Salı

HORLAMANI ÖZLEDİM KOCACIĞIM

HORLAMANI ÖZLEDİM KOCACIĞIM
(YAŞANMIŞ GERÇEK OLAY)



Yıllardır eczaneme gelen yetmişli yaşlarının sonlarında bir karı-koca  vardı bundan kısa zaman öncesine kadar. İkisi de çok naif, ikisi de çok nazik insanlar.

Eczaneye girince keyif dolardık. Selam verişleriyle, saygılarıyla, gülüşleriyle gül açtırırlardı gönlümüzde. Öyle iyi insanlardı ki, hani hasta olmasalar da ara sıra gelip selam verseler diye beklerdik onları.

İçeriye girdiklerinde başkalarını rahatsız etme korkusuyla verdikleri selamları vardı, ve sonrasında teyzenin uzakta duran sandalyeye adeta ilişip eşinin nazikçe ilaç bankosuna yanaşmasını yaşardık… 

Beyefendi kişi ilaç bankosuna yanaşıp nazikçe “biten ilaçlarımızın listesini verirseniz gidip yazdıralım” derdi. Teyze ise bir kez daha mahçup tavırla başını öne eğip beklerdi. Onların bu ekstra nazik durumunun altından kalkmaları için işi gücü bırakıp hemen onlarla ilgilenirdik, diğer hastalardan izin alarak.

İlaçlarını yazdırıp gelirler ve mahçup gözlerle yine sıraya girerlerdi. Biz onları bu yoğunluk içinde fark edene kadar da birbirlerine sevgi dolu gözlerle bakarlardı. Biz onları fark eder etmez reçetelerini alır, onları oturtur, ilaçlarını hazırlar ve bir an önce bekletmeden göndermek isterdik. Yorulmasınlar, sıkılmasınlar diye.

Bu olay her üç ayda bir tekrarlardı.

Bir üç aylık süreç geçti ama bu sevimli nazik çift gelmediler. Üstünden bir ay daha geçti. Sonra bir ay daha... Derken bir gün teyzemiz yalnız başına eczaneye girdi. Eski mahçupluğundan hiçbir şey kaybetmemiş ama bu sefer gözleri yaşlı.

“Hoş geldin teyze, gel otur, hayırdır” demeye kalmadı ki göz yaşları sele döndü teyzenin.

Biz ne yapacağımızı bilemez halde teselliye çabalıyorken teyze yüreklerimizi dağlamaya devam etti…

“Ben 50 yıldır eczanelere kocamla geliyordum. 5 yıldır da size geliyorduk. En son ilaç aldığımız günden 4 gün sonra erim-kocam-dağım… öldü... Benim de 2 aydır tansiyon ilacım yok. Ben nasıl ilaç alınır bilmiyorum. Bana tansiyon ilacı verecek misiniz? Ama kocam öldü” dedi….

“Tansiyon ilacımı verir misiniz”  ama “kocam öldü” dedi… O anda ağlamayanın kalbi kurusun… 

Darmadağın olduk. Herkes bir köşeye kaçtı gözü yaşlı. Biraz sessizlik oldu. Ben eczacı olarak topladım ve dedim ki:

“Teyzeciğim merak etme. Bundan önce kocan sağ iken ilaçlarını nasıl alıyorsan şimdi de ilaçlarını öyle kolay alacaksın.”

Teyzenin ağlaması içine içine devam ediyordu ama biraz olsun  ferahlamış gibi görünüyordu. Tüm resmi detaylar halledilip ilaçları teslim edildi. Teyze bir miktar gülümsedi. Teşekkür etti ama sonra daha bir hıçkırarak ağlamaya başladı.

Korktuk! Eşinin ilaç alırken yaptığı bir şeyi atladık mı ya da onu istemeden kırdık mı diye çekindik. Onun ağlayışını görmek en son istediğimiz şeydi o an. Hemen atıldık. “Ne oldu teyze, bir şeyi mi yanlış yaptık, affet bizi” diye.

Teyze kafayı kaldırdı, mahçup bakışlarına devam etti… 
“Çok sağ olun evladım, Allah sizden razı olsun. Ben çok korkmuştum kocam yokken ilaç vermezler bana diye ama siz her şeyi hallettiniz. Artık gönlüm rahat.  Allah sizi evlatlarınıza bağışlasın, Allah ne muradınız varsa versin.”

Biz biraz rahatladık ama teyze ağlayarak devam etti:

“Kocamı  bilirsiniz ya Mehmet amcanız yavrum. Ben onu çooook özlüyorum…………………………………………………”

Biz de daha göz yaşı yeni durmuş, sesimiz zaten halen titriyor. Bir daha koyuverdi tüm eczane kendini. Amiyane tabirle bu sefer salya sümük…

“Teyze özlenmez mi” dedim ama gerisine sesim çıkmadı.


Teyze devam etti: “Uyuyamıyorum evlatlarım…”


Biraz daha toparlar gibi yaptım. Bu travmatik süreçte uyuyamamakta haklı olduğunu söyledim filan ama benim kendime dermanım yok bunları söylerken. Teyze bir gitse, göz yaşları sel olacak... İlaç filan önermedim. ‘Biraz zaman geçsin sonra bakarız’ dedim. Ama teyze sözümü kesti:


“Ben amcanızın ölümünden dolayı uyuyamıyor değilim evlatlar. Amcanız çok horlardı. Ben de ona hep kızardım horladığı için. Şimdi o gitti ya, meğerse ben onun horlama sesine o kadar alışmışım ki yıllardır, o horlama beni uyutuyormuş, o sesle uyumaya alışmışım, o ses bana güven veriyormuş da rahat uyuyormuşum. Artık horlayan biri yok diye uyuyamıyorum. Keşke horlasa, keşke o gürültüsüyle tekrar uyusam, kocamın horlamasını özledim evlatlar...”


Artık söylenecek söz yoktu. Gözyaşı sel olacaksa olacaktı. Eczanede herkes darma duman olmuştu. Başka bir söze de hacet kalmamıştı. Herkes arkasını dönüp ağlamaya başladı. Hatta olaya şahit olan birkaç hasta bile kas katı kesilip ağlıyordu eczanede.



Nurlar içinde yat Mehmet amca. Sen Nefise teyzenin ilaçları için hiç merakta kalma. O üç aydan üç aya ilaçlarını düzenli bir şekilde alıyor. Almazsa da biz tembihliyoruz onu. Uykuları biraz düzensiz bu aralar ama eskisine göre düzeliyor. Üstelik balkondaki biberleri de çiçek vermiş bu bahar. Sen rahat uyu Mehmet amca. Biz daha ölmedik…

28 Mayıs 2016 Cumartesi

SİZİ SEVMİYORUM ÇÜNKÜ

SİZİ SEVMİYORUM ÇÜNKÜ…



Ey arkadaşlarım! Sizi sevmiyorum artık!


Sizi sevmiyorum çünkü siz beni kahve içmeye götürüyorsunuz.
Sizi sevmiyorum çünkü birlikte yemek yiyoruz.

Sizi sevmiyorum çünkü keyifli sohbetler yapıyoruz.
Sizi sevmiyorum çünkü bara filan gidip güzelce eğleniyoruz.

Sizi sevmiyorum çünkü arabayla şehirde müzik dinleyerek geziyoruz.
Sizi sevmiyorum çünkü deniz kenarında oturup ufka bakıyoruz derin derin.

Sizi sevmiyorum çünkü birlikte şen kahkahalar atıyoruz.
Sizi sevmiyorum çünkü pazar günleri pikniğe filan gidiyoruz.

Sizi sevmiyorum çünkü hasta olduğumda bir ihtiyacım olup olmadığını soruyorsunuz.
Sizi sevmiyorum çünkü ara sıra oturup dertleşiyoruz.

Sizi sevmiyorum çünkü bir sürü güzel an yaşıyoruz.






Ey arkadaşlarım! Sizi sevmiyorum artık! Çünkü siz bana bunları yaptıkça dünyada hep sizin gibi güzel insanlar var sanıyorum. Sonra birisi hemen gelip ruhumu bıçaklıyor. Başka birisi gelip canımı acıtıyor. Ötekisi gelip beynimi üzüyor.

Ey arkadaşlarım! Sizi sevmiyorum artık! Çünkü siz benim ayakta duran yanlarımı zedeliyorsunuz.


Ben oynamıyorum artık. Topumu da alıp eve gidiyorum.


24 Mayıs 2016 Salı

UMURUN UMRUMDA DEĞİL

UMURUN UMRUMDA DEĞİL



Umur neresi ki orada değilim diyoruz? Umrumda değil diyoruz da umur neresi ki?

Umur kelimesinin anlamı, aldırış etme, önem verme, önemseme anlamına geliyor. Dolayısıyla umrumda değil diyorsanız aldırış etmemekteyim, önem vermemekteyim, önemsememekteyim diyorsunuz aslında.

Bu lafı birine söylüyorsunuz ya, bilin ki aslında umrunuzda. Hiç umursamadığı bir şey ya da birine umrumda değil der mi insan? Aslında tam da önemsediğin birine sitem ediyorsun. O kişiyi umurunun dışına çıkarıyorsun.

Aslında bir şey itiraf edeyim mi? Bu kelimeyi kullandıkça insanın dili dönmemeye başlıyor, kelime ağızda bir garip duruyor, insan kelimeye yabancılaşıyor. Umur, umrun, umrumuz, umrumda, umrumdalar, umursamak, umursamamak… Bak bir garipleşti. Ben de umrumdan kurtulmak için umur konusunu yazıyorum zaten.

O zaman finalimizi yapalım.

Umuruna söyle bir daha umruma gelmesin. Umurun umrumda değil. Esasen umurunun umrumda olmaması bile umrumda değil. Oh be! Umuruma yabancılaştım.

Şimdi git. İş işten geçmeden git. Çok geç olmadan vakit. Sonra umrunun vicdanı sızlayınca yine gel… Ben hep evdeyim.

16 Mayıs 2016 Pazartesi

TEŞEKKÜR EDİN

TEŞEKKÜR EDİN!



Türkçe: Teşekkür ederim            Azerice: Teşekkür edirem

İngilizce: Thank you                   Fransızca: Merci

Almanca: Danke                         İspanyolca: Gracias

Sırpça: Hvala                              Rusça: Spasiba

Romence: Multimesc                  İsveççe: Tack

İtalyanca: Gracie                        Slovakça: Dakujem

Brezilya'da: Obrigado                 Urduca: Shukriya

Letonca: Paldies                         Macarca: Köszönöm



Ey ahali teşekkür etmiyoruz. İnsanların gözünün içine bakarak teşekkür edin. Teşekkür eden yerleriniz rahatsızsa, şu yukarıdakilerden birini seçin ama lütfen teşekkür edin. Hiç bir şey diyemiyorsanız bari Korece   감사합니다  deyin.


Hepinize 감사합니다  ederim...



2 Mayıs 2016 Pazartesi

RÜYALARINIZI HATIRLAMANIN YOLLARI

RÜYALARINIZI HATIRLAMANIN YOLLARI



Rüyalarınızı hatırlamanın yolu öncelikle Lucid Rüya görmeyle başlar. Lucid Rüya, rüya gördüğünüz zaman rüyada olduğunuzun farkına varmanız durumudur. Yani rüyada olduğunuzu fark etmenizdir. Bu da bilinç altınızı sürekli bu duruma alıştırmakla mümkün olur.

Rüyalarınızı geri çağırmanın en önemli kurallarından birisi  kaliteli bir uyku çekmektir. Bize yıllarca rüyalarımızın üç beş saniye olduğu söylendi ama kaliteli bir uyku esnasında altmış dakikaya kadar rüya görebiliriz.

Rüyaları hatırlamak için kaydetmeniz gerekir. Bunun için baş ucunuza bir kağıt ve kalem koymalısınız. Lucid rüya görmeye başlayınca o anda kendinizi rüyadan uyandıracaksınız ve ne gördüğünüzü hemen yazacaksınız. O kadar uzun yazmanıza gerek yok. Ana başlıkları yazsanız yeter. Bir de özellikle konuşmaları not etmenizde fayda var çünkü sabah uyanınca en çok unutulan şey rüyadaki konuşmalardır.

Rüyanızı not etmek için uyandığınızda gözlerinizi açmayacaksınız ve hareket etmeyeceksiniz. Tüm detayları hatırlamak için rüyanızı düşüneceksiniz. Bir olayı hatırlayınca ondan önce ne olduğunu, onu hatırlayınca da ondan önce ne olduğunu düşünerek rüyanın başına kadar gideceksiniz. Böylece bütün rüyayı hatırlayabilirsiniz.



Eğer ben rüyalarımı hatırlamak istiyorum ama öyle kendi kendime uyanamam diyorsanız da yaklaşık her  90 dakikada bir saat alarmı kurun. Çünkü rüya uykuya dalıştan yaklaşık 90 dakika sonra başlar.
Bütün bunları yaparak gecede dört rüyayı hatırlamayı başarabilirsiniz.




Bana ne lazım?
Bu tavsiyeler rüyasını hatırlamaya çalışanlar içindi. Benim ihtiyacım olan ise rüyaları hatırlamamak! E ne yapayım ben o kadar kabusu hatırlayıp. Bana gündüz yaşanılan kabuslar yetiyor, geceler de gecelerde kalsın.



İMKANSIZ AŞK

İMKANSIZ AŞK



İmkansız aşk ne demektir ki?

Yani imkan verilirse aşık olabilirdik ama imkan verilmedi anlamına mı geliyor imkansız aşk?

İmkan kelimesinin sözlük anlamı “yararlanılan uygun şart veya durum ya da olanak” olarak geçiyor. Lafa bak, yararlanılan uygun şart veya durum… Yani  imkansız aşk da yararlanılamayan aşk anlamına geliyor demek ki... Kızdan ya da erkekten yeterli derecede yararlanamadığımız aşka  imkansız aşk diyoruz o zaman, öyle mi?



Aşktan yararlanmak mı? Ne demek bu şimdi?

Cinsel mi, içsel mi, dışsal mı, dahili mi yoksa harici mi? Ya da aşktan yararlana-ma-mak(!)  demek maddi mi manevi mi? İmkansız aşk birinin etinden, sütünden, yününden ve bilimum her şeyinden yararlanamamak anlamına geliyorsa ben imkanlı aşkları seviyorum. Yerin dibine batsın o imkan verilmeyen aşka...


İstekler çok, beklenti büyük. O zaman AŞK MANİFESTOSUNU açıklıyorum. Hem de Zeki Müren’den. İmkansızı seveceksen Zeki Müren kadar ve Zeki Müren kriterleri gibi seveceksin. İşte Zeki Müren'in istediği sevginin kriterleri.



BİR SEVGİ İSTİYORUM

Yılları durduracak, güneşi doğduracak
Dünyamı dolduracak bir sevgi istiyorum.
Deli gibi sevecek, ömür boyu sürecek
Gözlerimde tütecek bir sevgi istiyorum.


Halimi anlayacak, derdime katlanacak
Benimle ağlayacak bir sevgi istiyorum
Benim gibi sevecek, ömür boyu sürecek
Gözlerimde tütecek bir sevgi istiyorum                


(Beste: Necdet Tokatlıoğlu,Güfte: Hâlit Çelikoğlu)




Not: Böyle birini duyan, gören veya bulan varsa haber versin. Onu yeni kuracağımız ülkeye 'Aşkbakan' yapacağız.

25 Nisan 2016 Pazartesi

AMİGDALA ÖZLER KARDEŞİM

AMİGDALA ÖZLER KARDEŞİM



An gelir çok özlersin.

Özlediğin o mudur yoksa onunla yaşadıkların mıdır bilemezsin?
Yoksa özlemek duygusunun kendisini mi özler insan?
Ya da belki;  bu beyindeki  ‘Amigdala’ denen küçük bölgenin doyması için biyolojik olarak yapılması gereken bir şeydir . Özlersin, amigdala denilen organcık doyar.  Aynı yemek yemek , su içmek, uyumak gibi bir şey. Ama lanet ede ede özlersin işte.



Vakit tamam der terk edersin, hoşça kal dersin ama sonra  beynine küfredersin. Senin hayatının baş rolündeki kişinin başka bir hayatta figüran olacağını izlersin kibirle. Kibrin seni oturtur yerine.

Sonra bir gün Müjgan diye biriyle oturursun. O mahur bir beste çalar, tam sevgili olacak-olmayacak arasında kalırsın ki, o sevdiğine ağlaaar, sen özlediğine ağlarsınız. Yine kavuşma olmaz!

Hep sonradan gelir aklın başına. Hatalar mı yaptım dersin Müjgan  gidince. Zaten ‘ne o Leyla ne de ben Mecnun’dum dersin.  ‘Aklım başıma sonradan geldi’  diye düşünürken zaten kederli bir akşam içip sarhoş olduğunuzu hatırlarsın. Yine olmaz.

Bakarsın acı çekiyorsun. Acı çektikçe de mutlu oluyorsun ve özgürleşiyorsun. O zaman;  ona da kendine de acı çektiğimiz için özgürüz  diye teselli verirsin. Acı çekmek özgürlükse, işte özgürsünüz ikiniz de. Ancak durup bakınca geriye, farkedersin  özlemini yine.

Bir ara hüzün sarar yine yüreğini.  Olmasaydı sonumuz böyle diyesin gelir ve gözün yaşarır, yüreğin kabarır. Ama sonu gelmiştir işte. Olmuştur sonun böyle.

Sonra ’an gelir’ ve dersin ki:
Hay ben bu beynimin  özleyen ‘Amigdala’  noktasına çomak sokayım!


UYARI:
Aranızda bana beyin lazım diyen varsa, ancak yine de amigdalasına kurşun sıkmak isteyen olursa yapmasın. Bırakın özlesin amigdala. Beynin geri kalan kısmı lazım oluyor insana. Ama zamanla!

(Not: Amigdala özlemek konusundaki tek suçlu değildir ve iş ortakları vardır. Seri katil olmamanız için diğer isimler açıklanmamıştır.)

EczacıAdam




23 Nisan 2016 Cumartesi

ÇOCUKLAR ÖLDÜRÜLMESİN, ŞEKER DE YİYEBİLSİN!


Çocuklar öldürülmesin,
Şeker de yiyebilsin,
Şarkı da söyleyebilsinler…
Bombalar değil
Balonlar olsun sokakta patlayan.
Ölüm artık sussun
Şarkılar duyulsun dört bir yanda.
Dünyanın tek çocuk bayramı
23 NİSAN
Gerçekten kutlu olur o zaman…




20 Nisan 2016 Çarşamba

TILSIM


BAZEN BİR KONUK ECZACI YAZI YAZAR...


Kelimeler sihirlidir ve dahi büyülüdür. Söylersen inanırım, söylersen güvenirim. Değil mi ki geldik gidiyoruz bu alemden. Sen ne anlatırsan ben ona râm olurum..

Kelimeler önemlidir ve dahi değerlidir. Lal olan beni lâl'e çevirir. Dilinden sökün eder, yüreğime dökülür. Bir tarafım yanar, bir tarafım buz kesilir.

Kelimeler birleştirir, kelimeler ayırır, kırar, döker. Dilinden dökülür, yüreğime dolar. Bir "aaahhhh" nidasıyla göğü yırtar da Hakk duyar.



O Hakk ki; semi ve basardır. Önce duyar, sonra bakar. Âdem'e isimleri öğretmiştir; o isimler ki yürekten taşar, dili aşar. Dökülür harf harf kelimeler... Titretir alemi..."ol" diyene koşar.

Yolculuk kendinden kendinedir ki kelimelere dökmek beni aşar.

bedihan

11 Nisan 2016 Pazartesi

“GÖZ-GÖNÜL” İSİMLİ HASTALIĞIN BELİRTİLERİ NELERDİR?

“GÖZ-GÖNÜL” İSİMLİ HASTALIĞIN BELİRTİLERİ NELERDİR?



Görme organımız olan göz müthiş bir organdır. Her bir gözde yaklaşık yüz milyon renk algılayan hücre vardır. Vücuttaki tüm kaslar GÖZ önünde bulundurulursa en çok çalışan kaslar gözlerimizdedir. Ayrıca çok hızlıdırlar. GÖZ açıp kapayıncaya kadar hareketlerini tamamlamış olurlar. 

Göz bir mucizedir. Sadece görmez, gördükleriyle de algılarımızı belirler. Neredeyse her şeyi ve herkesi gördüklerimizle tasvir eder ve öyle algılarız. Göz gönüle bir köprü kurar. Seveceğiniz kişiyi sevdirir, nefret edeceğiniz kişiyi gönlünüze gömdürür.

Gözün de çeşitli hastalıkları ve bozuklukları vardır. Miyop, hipermetrop, katarakt, sarı nokta ve benzeri hastalıkların farkına varmak için hekiminize başvurmanız gerekir. Ortalama olarak her yıl rutin göz muayenesi olmanız tavsiye edilir.

Fakat “GÖZ-GÖNÜL” hastalığı dediğimiz bir durum vardır ki doktora gitmeden de kendi kendinize fark edebilirsiniz.



İşte ‘göz-gönül’ hastalığını kendi kendinize tespit edebileceğiniz  4 belirti şöyledir:

        1-Gözden düşmek:
           Bazen GÖZÜN gibi seversin de o GÖZÜ çıkasıca seni o kadar sevmez ya. Ve genellikle de bu            böyle olur. Çabalarsın, çırpınırsın hiç bir işe yaramaz. İşte o zaman bir rahatsızlık olarak                     ‘gözünden düşüverir’ o kişi. Anlarsın ki gözün hasta…

     2-Gözünün önünü görememek:
           Bazen birinin GÖZÜNE girmek için her şeyi yaparsın. Tam yaklaştım dersin, yine de görmez              seni. O zaman anlarsın ki o kişi de görme bozukluğu var. ‘Gözünün önünü göremiyor’ diye                  teselli edersin kendini. Sen de önüne bakarsın artık.

     3-Gözü yememek:
Yeter artık dersin ve her şeyi GÖZE alırsın. Gidip onunla konuşmaya karar verirsin, cesaretini toplarsın, hazırlanır çıkarsın… Sonra geri dönersin yarı yoldan. Çünkü sen de ‘gözü yemedi’ hastalığı oluşmuştur artık.

    4-Göz yummak:
Gözünden sakınırsın, gözüne sokar. Umursamayım dersin de tam gözüne batar. Hiç karşılaşmayım diye uğraşırsın, o hep gözünün önüne çıkar. Bakarsın böyle olmayacak, sen de GÖRMEZDEN gelirsin. Çünkü sen de artık ‘göz yummak’ hastalığı olmuştur.



İşte bu 4 belirti sizde varsa bilin ki ‘göz-gönül’ hastalığına yakalanmışsınız demektir. Acilen  tedavi olmanız gerekir. Ama yok ben böyle iyiyim diyorsanız, o zaman da sizde ‘Göz görmeyince gönül katlanır’ hastalığı başlamış demektir. Tedavisi vardır ama uzundur.

Gözünüzü seveyim gözünüzün değil gönlünüzün gördüğünü sevin. Aksi taktirde gözünüzden gönlünüzden düşen düşene bitmiyor bu hayatta.    EczacıAdam
        



8 Nisan 2016 Cuma

ASLINDA ÜÇ GÖZÜMÜZ VAR

ASLINDA ÜÇ GÖZÜMÜZ VAR

Aslında üç gözümüz var hepimizin. Hani hep söylenir ya, üçüncü göz, kalp gözü ya da gönül gözü diye. Aslında tıbben öyle bir gözümüz daha var. Kalbimizde değil de kafatasımızda duruyor hem de.

Üçüncü göz diye adlandırılan organ 2 gözümüzün arkalarında, beynimizin ortalarında, göze benzeyen fizyolojik yapısı nedeniyle üçüncü göz diye adlandırılan  “epifiz” bezidir aslında.




Üçüncü gözümüz epifiz bezi “melatonin” salgılar. Melatonin de bizim biyolojik saatimizi ayarlar.
Yani ne zaman uykumuz gelecek, ne zaman uyanacağız onu belirler. Sabah ereksiyonlarının sebebidir. Ayrıca hislerimizin, duygularımızın nasıl çalışacağını ayarlar. Bir nevi altıncı hissimizdir melatonin.


Melatonin gün içinde gözlerimizle algıladığımız güneşle beslenir, geceleri de zifiri karanlıkla. Onun için gün doğumuyla uyanıp gün batımıyla uyuyan insanlar daha bir dengelidir. Seratonin denilen mutluluk hormonuyla ortak çalışır. Ne kadar melatonin o kadar seratonin gibi.

Deniz ürünleri, kara lahana, şalgam, temiz hava, temiz içme suyu, patates, pirinç, muz ve börülce melatonin salınımını artırır.

Dip balıkları, midye, flor, duman ve fazla hayvansal gıda tüketmek ise melatonini azaltır.




Bol deniz ürünü tüketip, börülce yiyen  İzmirliler’e bir bakın. Şimdi anlıyor musunuz neden bu kadar öz güvenli ve mutlu olduklarını. Melatonin dolu depolar maşallah.





Üçüncü gözünüzün oyulmasını istemiyorsanız melatoninize sahip çıkın. Balık yiyin, sabah erken uyanın, temiz hava teneffüs edin. Yoksa Allah muhafaza böyle hissiz, ruhsuz, tuzsuz bir şey olur çıkarsınız.

(Onur'a ithafen)

Eczacıadam