25 Nisan 2016 Pazartesi

AMİGDALA ÖZLER KARDEŞİM

AMİGDALA ÖZLER KARDEŞİM



An gelir çok özlersin.

Özlediğin o mudur yoksa onunla yaşadıkların mıdır bilemezsin?
Yoksa özlemek duygusunun kendisini mi özler insan?
Ya da belki;  bu beyindeki  ‘Amigdala’ denen küçük bölgenin doyması için biyolojik olarak yapılması gereken bir şeydir . Özlersin, amigdala denilen organcık doyar.  Aynı yemek yemek , su içmek, uyumak gibi bir şey. Ama lanet ede ede özlersin işte.



Vakit tamam der terk edersin, hoşça kal dersin ama sonra  beynine küfredersin. Senin hayatının baş rolündeki kişinin başka bir hayatta figüran olacağını izlersin kibirle. Kibrin seni oturtur yerine.

Sonra bir gün Müjgan diye biriyle oturursun. O mahur bir beste çalar, tam sevgili olacak-olmayacak arasında kalırsın ki, o sevdiğine ağlaaar, sen özlediğine ağlarsınız. Yine kavuşma olmaz!

Hep sonradan gelir aklın başına. Hatalar mı yaptım dersin Müjgan  gidince. Zaten ‘ne o Leyla ne de ben Mecnun’dum dersin.  ‘Aklım başıma sonradan geldi’  diye düşünürken zaten kederli bir akşam içip sarhoş olduğunuzu hatırlarsın. Yine olmaz.

Bakarsın acı çekiyorsun. Acı çektikçe de mutlu oluyorsun ve özgürleşiyorsun. O zaman;  ona da kendine de acı çektiğimiz için özgürüz  diye teselli verirsin. Acı çekmek özgürlükse, işte özgürsünüz ikiniz de. Ancak durup bakınca geriye, farkedersin  özlemini yine.

Bir ara hüzün sarar yine yüreğini.  Olmasaydı sonumuz böyle diyesin gelir ve gözün yaşarır, yüreğin kabarır. Ama sonu gelmiştir işte. Olmuştur sonun böyle.

Sonra ’an gelir’ ve dersin ki:
Hay ben bu beynimin  özleyen ‘Amigdala’  noktasına çomak sokayım!


UYARI:
Aranızda bana beyin lazım diyen varsa, ancak yine de amigdalasına kurşun sıkmak isteyen olursa yapmasın. Bırakın özlesin amigdala. Beynin geri kalan kısmı lazım oluyor insana. Ama zamanla!

(Not: Amigdala özlemek konusundaki tek suçlu değildir ve iş ortakları vardır. Seri katil olmamanız için diğer isimler açıklanmamıştır.)

EczacıAdam




23 Nisan 2016 Cumartesi

ÇOCUKLAR ÖLDÜRÜLMESİN, ŞEKER DE YİYEBİLSİN!


Çocuklar öldürülmesin,
Şeker de yiyebilsin,
Şarkı da söyleyebilsinler…
Bombalar değil
Balonlar olsun sokakta patlayan.
Ölüm artık sussun
Şarkılar duyulsun dört bir yanda.
Dünyanın tek çocuk bayramı
23 NİSAN
Gerçekten kutlu olur o zaman…




20 Nisan 2016 Çarşamba

TILSIM


BAZEN BİR KONUK ECZACI YAZI YAZAR...


Kelimeler sihirlidir ve dahi büyülüdür. Söylersen inanırım, söylersen güvenirim. Değil mi ki geldik gidiyoruz bu alemden. Sen ne anlatırsan ben ona râm olurum..

Kelimeler önemlidir ve dahi değerlidir. Lal olan beni lâl'e çevirir. Dilinden sökün eder, yüreğime dökülür. Bir tarafım yanar, bir tarafım buz kesilir.

Kelimeler birleştirir, kelimeler ayırır, kırar, döker. Dilinden dökülür, yüreğime dolar. Bir "aaahhhh" nidasıyla göğü yırtar da Hakk duyar.



O Hakk ki; semi ve basardır. Önce duyar, sonra bakar. Âdem'e isimleri öğretmiştir; o isimler ki yürekten taşar, dili aşar. Dökülür harf harf kelimeler... Titretir alemi..."ol" diyene koşar.

Yolculuk kendinden kendinedir ki kelimelere dökmek beni aşar.

bedihan

11 Nisan 2016 Pazartesi

“GÖZ-GÖNÜL” İSİMLİ HASTALIĞIN BELİRTİLERİ NELERDİR?

“GÖZ-GÖNÜL” İSİMLİ HASTALIĞIN BELİRTİLERİ NELERDİR?



Görme organımız olan göz müthiş bir organdır. Her bir gözde yaklaşık yüz milyon renk algılayan hücre vardır. Vücuttaki tüm kaslar GÖZ önünde bulundurulursa en çok çalışan kaslar gözlerimizdedir. Ayrıca çok hızlıdırlar. GÖZ açıp kapayıncaya kadar hareketlerini tamamlamış olurlar. 

Göz bir mucizedir. Sadece görmez, gördükleriyle de algılarımızı belirler. Neredeyse her şeyi ve herkesi gördüklerimizle tasvir eder ve öyle algılarız. Göz gönüle bir köprü kurar. Seveceğiniz kişiyi sevdirir, nefret edeceğiniz kişiyi gönlünüze gömdürür.

Gözün de çeşitli hastalıkları ve bozuklukları vardır. Miyop, hipermetrop, katarakt, sarı nokta ve benzeri hastalıkların farkına varmak için hekiminize başvurmanız gerekir. Ortalama olarak her yıl rutin göz muayenesi olmanız tavsiye edilir.

Fakat “GÖZ-GÖNÜL” hastalığı dediğimiz bir durum vardır ki doktora gitmeden de kendi kendinize fark edebilirsiniz.



İşte ‘göz-gönül’ hastalığını kendi kendinize tespit edebileceğiniz  4 belirti şöyledir:

        1-Gözden düşmek:
           Bazen GÖZÜN gibi seversin de o GÖZÜ çıkasıca seni o kadar sevmez ya. Ve genellikle de bu            böyle olur. Çabalarsın, çırpınırsın hiç bir işe yaramaz. İşte o zaman bir rahatsızlık olarak                     ‘gözünden düşüverir’ o kişi. Anlarsın ki gözün hasta…

     2-Gözünün önünü görememek:
           Bazen birinin GÖZÜNE girmek için her şeyi yaparsın. Tam yaklaştım dersin, yine de görmez              seni. O zaman anlarsın ki o kişi de görme bozukluğu var. ‘Gözünün önünü göremiyor’ diye                  teselli edersin kendini. Sen de önüne bakarsın artık.

     3-Gözü yememek:
Yeter artık dersin ve her şeyi GÖZE alırsın. Gidip onunla konuşmaya karar verirsin, cesaretini toplarsın, hazırlanır çıkarsın… Sonra geri dönersin yarı yoldan. Çünkü sen de ‘gözü yemedi’ hastalığı oluşmuştur artık.

    4-Göz yummak:
Gözünden sakınırsın, gözüne sokar. Umursamayım dersin de tam gözüne batar. Hiç karşılaşmayım diye uğraşırsın, o hep gözünün önüne çıkar. Bakarsın böyle olmayacak, sen de GÖRMEZDEN gelirsin. Çünkü sen de artık ‘göz yummak’ hastalığı olmuştur.



İşte bu 4 belirti sizde varsa bilin ki ‘göz-gönül’ hastalığına yakalanmışsınız demektir. Acilen  tedavi olmanız gerekir. Ama yok ben böyle iyiyim diyorsanız, o zaman da sizde ‘Göz görmeyince gönül katlanır’ hastalığı başlamış demektir. Tedavisi vardır ama uzundur.

Gözünüzü seveyim gözünüzün değil gönlünüzün gördüğünü sevin. Aksi taktirde gözünüzden gönlünüzden düşen düşene bitmiyor bu hayatta.    EczacıAdam
        



8 Nisan 2016 Cuma

ASLINDA ÜÇ GÖZÜMÜZ VAR

ASLINDA ÜÇ GÖZÜMÜZ VAR

Aslında üç gözümüz var hepimizin. Hani hep söylenir ya, üçüncü göz, kalp gözü ya da gönül gözü diye. Aslında tıbben öyle bir gözümüz daha var. Kalbimizde değil de kafatasımızda duruyor hem de.

Üçüncü göz diye adlandırılan organ 2 gözümüzün arkalarında, beynimizin ortalarında, göze benzeyen fizyolojik yapısı nedeniyle üçüncü göz diye adlandırılan  “epifiz” bezidir aslında.




Üçüncü gözümüz epifiz bezi “melatonin” salgılar. Melatonin de bizim biyolojik saatimizi ayarlar.
Yani ne zaman uykumuz gelecek, ne zaman uyanacağız onu belirler. Sabah ereksiyonlarının sebebidir. Ayrıca hislerimizin, duygularımızın nasıl çalışacağını ayarlar. Bir nevi altıncı hissimizdir melatonin.


Melatonin gün içinde gözlerimizle algıladığımız güneşle beslenir, geceleri de zifiri karanlıkla. Onun için gün doğumuyla uyanıp gün batımıyla uyuyan insanlar daha bir dengelidir. Seratonin denilen mutluluk hormonuyla ortak çalışır. Ne kadar melatonin o kadar seratonin gibi.

Deniz ürünleri, kara lahana, şalgam, temiz hava, temiz içme suyu, patates, pirinç, muz ve börülce melatonin salınımını artırır.

Dip balıkları, midye, flor, duman ve fazla hayvansal gıda tüketmek ise melatonini azaltır.




Bol deniz ürünü tüketip, börülce yiyen  İzmirliler’e bir bakın. Şimdi anlıyor musunuz neden bu kadar öz güvenli ve mutlu olduklarını. Melatonin dolu depolar maşallah.





Üçüncü gözünüzün oyulmasını istemiyorsanız melatoninize sahip çıkın. Balık yiyin, sabah erken uyanın, temiz hava teneffüs edin. Yoksa Allah muhafaza böyle hissiz, ruhsuz, tuzsuz bir şey olur çıkarsınız.

(Onur'a ithafen)

Eczacıadam


4 Nisan 2016 Pazartesi

AĞLAMA PALYAÇO

AĞLAMA PALYAÇO


Aranızda bilenler vardır elbet ama çok sevdiğim şu hikayeyi sizinle bir kez de ben paylaşmak istiyorum.

Adamın biri psikiyatra gider ve çok mutsuz olduğunu anlatır. Psikiyatr da camdan dışarı bakar ve panayır alanında kurulan sirki adama göstererek, kendisinin de ne zaman canı sıkılsa o sirke gittiğini ve oradaki palyaçoyu izleyip bütün dertlerini unuttuğunu söyler ve adama da o palyaçoyu izlemesini tavsiye eder. Adam dalgın bakışlarını sirkten uzaklaştırır ve doktora der ki: “Ben o palyaçoyum zaten.”


Şöyle bir etrafıma bakıyorum da herkes ağlayan palyaço. Kimse yaptığı işten memnun değil. Herkes görevmiş gibi yapıyor işini, yani palyaçoluğunu yapıyor, akşam çıkarken de makyajını silip peruğunu çıkarıp yüzüne ‘mutsuzluğunu’ takıp evine gidiyor.

Onun için mutsuz insanlar kümesi olduk. Onun için ağlayan palyaçolar olduk.

Bunun ana sebebi, neredeyse hiç kimsenin kişiliğine uygun ve sevdiği bir mesleği yapamıyor olması. Adam çocukluğundan beri oyuncak arabaları söküp takıyor, babasının arabasının motorunu tamir etmeye çalışıyor, kafası buna çalışıyor, hevesi bunun üzerine kurulu… Bir bakıyorsun adam sınavda kutucukları doldurup gazeteci olmuş.

Adam çocukluğundan beri tıp bilimlerine ilgi duyuyor, kafasında tedavi mekanizmaları üretiyor… Bir bakıyorsun sınavda inşaat mühendisi olmuş.

Mühendis beyinliden gazeteci, doktor olacak kişiden inşaatçı olunca da herkes mutsuz palyaço oluyor.



Belli bir yaşa gelip de bir anda yaptığı işi bırakıp yeni ufuklara yelken açan istisnai birkaç insan var bu dünyada. Hayranım onlara.

Ah ben de neler neler yapacağım da, önce şu makyajımı bir temizleyeyim, gözyaşlarımı sileyim, sonra peruğumu çıkarayım, ondan sonrasına bakarız inşallah.

EczaciAdam