27 Mart 2016 Pazar

UNUTMAK NE GÜZEL ŞEY

UNUTMAK NE GÜZEL ŞEY

Tam unuttum dersin,
Biri onun gibi güler,
Biri onun gibi bakar,
Tüm unuttuğun boşa gider.  (Cemal Süreya)



Aslında unutmak zor bir eylemdir. Çünkü bir şeyi unutmanız için önce hatırlamanız lazım. Örneğin eski işinizde yaşadıklarınızı unutmak için önce eski işinizde yaşadıklarınızı hatırlamanız gerekir. Neyi unutacağınızı hatırlayacaksınız ki onu unutmaya çalışmak için çaba gösteresiniz. Bu da bir şeyi unutmanın neden zor olduğunu gösterir bize.

Her şeye rağmen insan beyni unutmak üzerine proglamlanmıştır aslında. Düşünsenize size geçmişte çok acı vermiş bir ölüm, bir ayrılık, bir kaza veya başka bir travmanızı hala ilk günkü gibi hatırladığınızı. Çok şükür ki ilk günkü gibi hatırlamıyorsunuz olanları artık. Ana detaylar var kafanızda. Hatta bazı ara boşlukları da hatırlamadığınız için beyniniz doldurdu onları. Eğer ilk günkü gibi acı çekiyor olsaydınız, öylesine her şey ilk günmüş gibi olsaydı dayanılır mıydı bu sıkıntıya? Onun için beyin unutur. Unutması yaşamamız için şarttır.



Unutmak insanoğluna verilmiş en büyük hediyedir bence. Neleri neleri unutmadık ki? Yok yok durun, şimdi hatırlamaya gerek yok. Onları unuttuk ve rahatladık. Unutmak ne güzel şeydir. Mesela “onsuz bir daha yaşayamam” dediğini unuttuğun için bu güzel günleri yaşıyorsun şu anda.

Tüm unuttuklarınızın şerefine beyninizin unutan yerlerine teşekkür edin bence.





22 Mart 2016 Salı

O TELEFON AÇILACAK


Hani işin çok yoğundu da annenin telefonunu açmadın ya.
Hani tam uykuya dalacakken kardeşin aradı da uykum kaçmasın diye telefonu sessize alıp uyudun ya.
Hani arkadaşların la eller havaya yaparken kuzenin aradı da,sonra ararım diye çağrıyı reddettin ya.
Hani bir gün öyle boş boş oturuyordun, canın da sıkkındı biraz, en sevdiğin arkadaşın aradı da hiç konuşasın gelmedi diye telefona bakmadın ya.



İşte o telefonu aç kardeş.
“Anne otobüsle eve geleceğim az sonra” deyip de ölen çocuklar var bu memlekette.
O telefonu aç! Sevdiklerini erteleme!

Yarın ne olacağını bilmiyorsun. Etrafındakileri öteleme.

EczacıAdam

20 Mart 2016 Pazar

UĞRAŞIYORUM AMA DELİREMİYORUM




Her gün gazeteyi, televizyonu, radyoyu açıyorum; şehit haberleri, bombalar, kazalar, ihmal sonucu ölümler… İnsan hayatı bu kadar ucuz olur mu diyorum, delirmek istiyorum; deliremiyorum.

Dünyaya bakıyorum. Ortadoğu kan gölü, sömürü almış başını gidiyor, savaş, terör diz boyu. Kapital sistem ‘para harca’ diye bağırıyor. Bu kadarı da olmaz diyorum, delirmeye çalışıyorum ama deliremiyorum.

Dışarı çıkıyor insanları izliyorum, herkes boğaz boğaza gelmiş neredeyse, evet millet birbirini boğazlıyor, kimsenin hiçbir şeye tahammülü kalmamış. Çıldırayım diyorum, deniyorum; çıldıramıyorum.

İşe gidiyorum, insanları dinliyorum, hepsinin derdini dert ediniyorum. Enerjim düşüyor, ruhum daralıyor, içim acıyor. Hah işte tam fırsatı, artık delirebilirim diyorum, Allah Allah(!) deliremiyorum.




Ondan sonra da şöyle durup bütün bu manzaralara bakıyorum ve madem bu kadar insan akıllıysa ben aslında ‘DELİYİM’ diyorum.

Deliyim ya ne söylesem yeridir artık. Laf aramızda benim gibi birkaç deli daha tanıyorum. Şehitlere üzülen, dünyanın gidişinden kaygı duyan, korna çalanlara kızan, başkasının derdini kendine dert edinen birkaç tane daha deli tanıyorum etrafımda.

İşte o birkaç deliye ve bu yazıyı okuyanların içindeki delilere sesleniyorum ey hunililer! Gelin ıssız bir adaya yerleşelim, ismini de HUNİLİLİ Adası koyalım. Doğaysa doğa, organik tarımsa organik tarım, müzikse müzik, denizse deniz, huzursa huzur. Bu bozuk dünya düzeninde sevmediğimiz ne varsa geride bırakıp yeni bir dünya kuralım. Hepsini olması gerektiği gibi baştan yaşayalım. Deliyiz ya, kendi ülkemizde hiç siyasetçi olmasın mesela. Herkes en başaralı ve en mutlu olduğu işin ucundan tutsun. Birisi sadece kumdan kale yapsın örneğin. Başka birisi de sadece müzik… Para denilen illet hiç olmasın, kumdan kaleyi gezmek bedava, müzik dinlemenin bedeli ise sadece tempo tutmak olsun. O ülkede sadece mutluluk olsun.




Yazının isyanı:

Yazıyı yazmaya çalıştığım süreçte yoldan geçen iki adam birbirleriyle kavga ettiler, sonra İstiklal’de bomba patladığı haberi son dakika olarak telefonuma geldi, sonra postacı geldi ve iki tane kredi kartı ekstresi ile bir de trafik cezası makbuzu teslim etti.
Ve sonra dönüp postacıya dedim ki:
“DELİREMİYORUM” 


EczacıAdam

19 Mart 2016 Cumartesi

BİR HAFTA SONU YAZISI:
EN İYİ RAKI İÇEN HAYVAN ZÜRAFA’DIR



Geldi bir hafta sonu daha. O zaman rakı hakkında yazmazsak olmaz değil mi?

Biz rakı içmeyi, bizleri masalarına layık gören abilerimizden öğrendik. Hiçbir şey anlatmadılar, biz onları izledik. Onlar da kendi abilerini izlediler. O abiler de kendi abilerini. İşte onun için bir kültürdür rakı. Nesilden nesile aktarılan ve adabı muaşeret kurallarını anlatan.

Bira bardağında rakı içmek ne kadar garip ve gereksizse, aşağıda sayacağım kurallara uymadan rakı içmek de bir o kadar ayıp sayılır.

İşte rakı içmenin kuralları:
1-Rakıya konulacak su 2-8 derecede buzdolabında hazır bekletilir
2-Rakıya yarı yarıya olacak şekilde soğuk su eklenir.
3-Rakıya buz konulmaz, koyana karışılmaz ama içten içe o kişi ayıplanır
4-Rakıya soğuk su konulduktan sonra bir süre masada duran bardağa aşk dolu gözlerle bakılır
5-Bardak masadan kaldırılıp buruna 5 santim kadar yaklaştırılarak koklanır
6-Rakıdan önce yarım yudum alınır, yutulmadan önce derin bir nefes çekilir, rakının kokusu akciğerlere ulaştırılır
7-Yarım yudum rakı lak diye yutulmaz, ağır ağır mideye gönderilir
8-Rakı içerken peynir türleriyle başlanır, öyle karmakarışık yemekler yenmez, meze ile devam ettirilir.
9-Rakı yalnız içilmez, dost gerektirir



Peki neden mi en iyi rakı içen hayvan zürafadır?

Rakının insana en keyif verdiği an gırtlakla mide arasında geçen zamandır. Gırtlaktan mideye giden o boğaz yolu, rakının en keyif verdiği saniyelerdir.
İşte bu sebeple bir gün Bektaşi zürafayı görmüş ve demiş ki: Ya bu zürafa çok iyi rakı içer!


Onun için rakı içerken lak diye yutmayın, zürafaları hatırlayın. Zürafalara saygı duyun, onları sevin ve koruyun. Nerede bir zürafa görürseniz onun başını okşayın.

Hepinize afiyet olsun.













17 Mart 2016 Perşembe

ZAMAN MAKİNEM VARDI BENİM, KIRDIM.


Zaman makinem vardı benim. Geceleri kullanırdım çoğunlukla. Yastığa başımı koyup battaniyeyi kafama çekince çalıştırırdım onu beynimle.

Hoop, ilkokul yıllarına giderdim. Deli gibi top oynayan, çığlık çığlığa eğlenen kendimi izlerdim. Hatta saklambaç oyununa katılmak isterdim ama olmazdı. Çünkü makine sadece o günleri izlemene müsade ediyor, müdahale edemiyorsun hiçbir şeye.

Sonra bir basardım makinenin düğmesine, hooop lise yılları. Arkadaşlarla gezmeler, ilk sevgilimin elini tutuşum, öğlen araları annemin pişirdiği yemeğin kokusuyla eve girişim…

Sonra bir basardım düğmeye, üniversite çağlarım. İdealist beni izlerdim ders çalışırken, Ankara sokaklarında gezerken, sinemaya giderken.

Sonra bir bastım makinenin tuşuna Karaman’a gittim. 45 tane erkek çocuğunu gördüm tecavüz edilen. Durdurayım bu zulmü, müdahale edeyim dedim ama yapamadım. İçim yandı. Her türlü gelecekleri bu travmayla bozulacak olan 45 çocuğu kurtaramadım. Kahroldum.



Bir daha bastım makinemin tuşuna bu sefer geldim Ankara Güvenpark’a. Az sonra bomba patlayacak. Uyarayım dedim insanları. 16 yaşındaki aslen Karamanlı(!) Destina ‘ya uzaklaş buradan demeye çalıştım, olmadı. Kağıt toplayan çocuğa bugün lunaparka gidip çalışmamasını söylemek istedim, söyleyemedim. Gazi Üniversitesi 4. Sınıf öğrencisi Feyza’ya o gün yurtta kalmasını söylemek istedim, olmadı. Umut Bulut’un babasına otobüse binmemesini, oğlunun onu maç bitiminde eve bırakacağını söylemek istedim ama söyleyemedim. Patladılar. Onları da kurtaramadım. Mahvoldum.


Bir daha bastım makinemin düğmesine baktım şehirlerde çocukların üzerine bombalar yağıyor.

Bir daha bastım düğmeye, çocuklar sınırlarda soğukta yatıyor, anneler çadırlarda doğum yapıyor, insanlar savaşıyor.

Sonra çıktım makinemin içinden, gözlerim yaşlı. Aldım elime tüm küfürleri, paramparça ettim makineyi. Öyle değil mi ama, ne işe yarar zaman makinesi; o çocukları, o masumları kurtaramadıktan sonra!

Paramparça olmuş makinem, paramparça olmuş hayatlar ve paramparça olmuş ben uyuyamadık o gece. Hep birlikte oturduk kin kustuk. Bildiğimiz ne kadar küfür varsa söyledik. 

Sonra nefretimizi içimize atarak yeni bir makine yapmaya karar verdik. Adını da Umut makinesi koyduk. O makinenin düğmesine bir bastık ki orada hiç tecavüze uğrayan çocuk yok, patlayan masumlar yok, savaş yok. Umut makinemiz vardı bizim, biz de umutlandık.


Elimizde bir tek umudumuz kaldı güzel yarınlara dair, onu da bir daha kimse kırmasın ne olur…

16 Mart 2016 Çarşamba

BİLİNÇALTI 


Askeriyeden içeriye adımımızı atmıştık. Çok kalabalık ve çok gergindi her şey. Bize verilen kıyafetleri hemen giyinip  beş dakika içinde içtima alanında olmamız emredilmişti. Bu dönemde gelen asker sayısı beklenenin üzerinde olmuştu. O nedenle yataklarda ikişer kişi yatacağımız söylendi.
Aslında ben askerliğimi yapmıştım. Fakat hesaplamada bir hata olmuş ve on beş gün daha yapmam gerektiği anlaşılmıştı. Ben de işi gücü, her şeyi bırakıp gelmiştim işte buraya. Bütün eski komutanlarım ve bazı asker arkadaşlarım da oradaydılar. Farklı bir dünya, farklı bir sıkıntının içine girmiştim. Adeta dişlerimi sıkıyordum.
İşte bu rüya uyandırdı beni bu sabah.
Terden sırılsıklam olmuştum. Dişlerim sıkmaktan sallanıyor, kaslarım gerilmekten yorulmuştu. Uyandım ve bir daha uyuyamadım tabi ki.
Bu rüyayı senede bir kere görürüm ben. Senede bir kere de mezun olduğum fakülteden çağırırlar. Bir hata yapıldığını ve aslında bir dersten geçemediğimi, bu yüzden 6 ay daha okula devam etmem gerektiği söylenir. İşi gücü bırakırım, yurt ararım, ders çalışırım, sınava girerim. Aman yarabbi. Ölüm gibi bir şey olur ama kimse ölmez.
Uzunca zaman bu tip dönemsel rüyaları sadece ben görüyorum sanıyordum. Bir gün bir arkadaş sohbetinde lafını açınca gördüm ki etrafımdaki herkes görüyormuş. Rahatladım!




Bilinçaltı çok enteresandır…

Bilinçaltı seni senden alır da seni sana bırakmaz, yanı başında olsa da, istemezse bir adım bile atmaz. Canı isterse de beş yaşındaki travmanı alır anlamsız bir gece rüyana sokar. Sabah uyanırsın ki dayak yemiş gibisin.
Bilincinizin altını üstüne getirecek şeylerden uzak durunuz.

Bilincinizin altını temiz tutunuz.

FUAT AVNİ DE BİZİ GÖRECEK Mİ?



   Bir bakıyorum ki herkes facebook profilinde MİT ve kanunlara karşı profil ve resim  ve  başka her türlü şeyler paylaşılmasına karşı bir anda hukuki mücadele başlatıyor.  ‘Aman beni yayınlarsanız bu benden değil, beni ben sandınız ama o öyle değil’  gibi paylaşımlarda  bulunuyorl
Bir bakıyorum başka bir paylaşımda da herkes diyor ki, ‘cebren ve hile ile bana eğer bu facebook paylaşımı yaptırıldıysa ve yaptıysam iki gözüm önüme aksın ki benimle alakalı değildir.’
Bir başka paylaşımda da vatandaş CIA  (Central Intelligence Agency_ anlayan anladı),  ‘aman beni izliyor da, bu paylaşımları kaydediyor da sonra valla ben suçlu olursam bundan Mark Zuckerberk sorumlu’ diyor ya…



Kardeşim bir kere sana şöyle bir şey söyleyeyim ki senin sana ettiğini CIA etmez. Ankara’da 1 yıl evinde oturuyorsun, 1 haftalığına Antalya’ya tatile gidiyorsun. O takipçisi 100 olan  facebook profilinde  bir hafta evde olmadığını, o süre boyunca Antalya Kemer’de olacağını, hop hop hop, lay lay lom yapacağını ve bu süre zarfında isteyen olursa check in yaptığın Ankara’daki evinin de soyulmaya müsait olduğunu zaten sen kendin belirtiyorsun. Yani diyorsun ki, benim paylaşımlarım çok reyting getirmiyor. Bari hırsızlar bu tatil sürecimde bana bir heyecan yaşatsınlar! Evim boş, buyursunlar gelsinler.
Olabilir bizce. Oluyor da böyle işler zaten.

CIA seni ne yapacak anlamadım. CIA seni evlenme teklif etmek için mi arıyor, yoksa sen CIA gibi bir örgütten saklanacak kadar büyük çapta dünyanın bilmediği bir şey mi biliyorsun? Valla öyle birşey varsa bize de söylesene. Bizi de alsın içeri CIA, bizi de takip etsi CIA!

Kardeş;
Seni ne zaman bu kadar paranoyak ettiler biliyor musun?
Sana ne oldu da kendini James Bond hissettirmeye başladılar farkında mısın?



Bak bilimsel bir gerçek söyleyeceğim sana:
2010 yılında yapılan bir sokak anketinde; telefonlarınızın dinlendiğine inanıyor musunuz diye sorulduğunda, çaycısından marangozuna toplam nüfusun % 75’i dinlendiğini düşündüğünü söyledi. Millet hep telefon dinlemeleriyle, gizli tanıklarla, facebook ve twitter paylaşımlarıyla göz altına alınınca bizler de çok empati kuran insanlar olarak üzerimize alındık. Biz de öyle olacaz sandık. Yok öyle bir şey demeyeceğim! Ama CIA seninle uğraşmıyor. Bunu kesin biliyorum, sen de bil.

Haaaa.  Bütün bunlara rağmen diyorsan ki ben tedbirimi alayım(!).  Sen de haklısın! Aslında sen öyle bir haklısın ki, bu facebook kurucusu Mark Zuckerberk’in paylaşımlarını sen nasıl görüyorsan o da seni görüyordur kesin! Hele sen Fuat Avni’yi takip ediyorsan o da seni görüyordur bence.

Ve eğer öyle bir durum varsa……


Yok kardeşim sen yine de yaz: MİT ve CİA ve bilimum dünya gizli servislerinin benim facebook sayfamı okumasından rahatsızım ve asla ve kat’a eğer de ben bunları yazdıysam benim de sonum Fuat Avni gibi olsun de…
Sen Fuat Avni’yi görüyorsan, o da seni görüyordur.
Kim bilir? Ya Fuat Avni ve CIA senin ‘fırında tavuk’ formülünü ele geçirmek için çalışıyorsa? 

KÜÇÜK İSKENDER’İN MÜTHİŞ LAF SOKMALARI


Küçük İskender kimdir:
28 Mayıs 1964 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne girdi ve beş yıl eğitim gördü. Kendi arzusuyla bıraktığı tıp fakültesi eğitimini takiben İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'ne de üç yıl kadar devam etti.
'Marjinal şair' olarak tanınmaya başlaması 1985 yılında olmuştur. Günümüze değin bunca yıllık süreye onlarca şiir ve özgür metin, bir günlük, üç roman, iki özel derleme, bir inceleme ve bir antoloji olmak üzere birçok kitap sığdırmıştır. http://www.kucukiskender.com/biyografi.asp

Şiir ve düz yazı tarzında öyle enteresan eserlere imza atar ki ben adeta ağzım açık okurum. Kendisi adeta kelimelerle oyun oynar. En sevdiğim tarafı da yazı ya da şiirlerinin içindeki laf sokmalarıdır. Müthiş bir nüktedanlığa sahiptir.
Binlerce satır yazısından sizlere çıkardığım naçizane birkaç cümlesini sizinle de paylaşmak istiyorum. Aman bu cümleleri halen birlikte olduğunuz partnerinize kullanmayınız. Bunlar sadece ayrıldığınız kişiye ithaf edilecek kadar ağırdır




İşte en ağır Küçük İskender sözlerinden örnekler:

-Bana geleceğin günün adını tıp çok önceden koymuş meğer ;  ‘Kıl dönmesi!’

-Sana kemik değil; aşk verdim. Şimdi itlik yapmanın âlemi yok gitme diyorsam gitme.

-Duydum ki böbreğinde taş varmış sevgili. Kesin kalbinden düşmüştür.

-Senin için ölürüm” dedi. ”Benim için zaten öldün” dedim. Cesedini alıp çıktı.

-Her rengin bir kişiliği vardır. Her kişiliğin de bir rengi. Ben senin rengini buldum. Kahperengi.

-Giderken sana ‘hoşçakal’ demek istedim ihanetin aklıma geldi ‘hoşt/çakal’ diyebildim.

-Bilirsin beceremem yaşamayı. Bir damla su olsam, gider rakıya damlarım.

-O kadar güzel unutmuştun ki beni, hatırlatmaya kıyamadım.

-Sigarayı bile kıskanırdım; kalbine giden yollara uğradığı için.

-Sigarayı bıraksam diyorum, tamamen sana başlasam. Sen daha çabuk bitirirsin işimi, böyle çok yavaş ölüyorum.

-Bir erkeğin en lezzetli yeri ‘ başının eti ‘ sanırım. Bu kadar kadın yanılıyor olamaz zira.

-Bir insanı kaybetmek istiyorsanız çok sevin, kendiliğinden gider zaten.

-Evde kedi, köpek beslemekle hayvan sever olunmaz. Hayvan sever dediğin benim gibi koynunda yılan besleyecek.

-Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır öküzü değil. Neden dönmediğini şimdi anladım.

-Seviyorum affet dedi ya, o an insanın sadece ağzıyla gülmediğini anladım.

-Karpuz seçerken gösterdiğimiz özenin yarısını sevgili seçerken de gösterseydik, bu kadar kelek aşklar yaşamazdık.

-Bazı kızIarı yeni açıIan mağazaIara benzetiyorum, bekIedikIeri  iIgiyi  görmeyince zararına veriyorIar.



Olgunlaşmak lazım:
Bu yazıyı okuyup da gaza gelmeyelim, elimizdekinin kıymetini bilelim, edebiyatı sevelim; yazarlarımızı okuyalım, farklı eserler okuyarak olgunlaşalım. Bir küçük İskender olmaya çalışırken büyük rezaletlere yol açmayalım. Aklımızı başımıza alalım; laf sokmaya akıllı olalım.

Üstad küçük İskender’e selam olsun…

GEÇEN GÜN TAM FERHAT GÖÇER DİNLİYORUM…

Geçen gün tam Ferhat Göçer dinliyorum, bir patlama bir patlama. Baktım bombaymış patlayan. 35-40 kişi filan ölmüş bu sefer.

Sonra dedim ki ben Hülya Avşar dinleyeyim bari. Baktım ki bir sessizlik bir sessizlik. Meğer boğaz köprüsünü trafiğe kapatmışlar, alış veriş merkezini boşaltmışlar. İyi olmuş dedim. Biraz kafa dinleriz hiç değilse.

O zaman dedim ki bari Seda Saya dinleyeyim. Tecrübeli kadın sonuçta. Bu arada ne olsa beğenirsiniz. 8-10 yaşlarındaki çocuklara tecavüz etmişler. 45 adet.

Aman dedim bu şarkıcılar iyi hoş da ben Ajun’un Survivor savaşını izleyeyim bari dedim. Aaaa, bu arada gece evine giden bir kadına tecavüz edilmiş. Hiç görülmemiş şey!

Hayır olsun dedim, açtım eski NBA maçlarından, başladım bizim HADİ-YETTİN Türkoğlu’nun dopingli şutlarını izlemeye, bu arada ne olmuş sap sakin ülkemizde? Rus krizi çıkmış, uçak düşürmüşüz, turist gelmemiş. Bak sen dedim kendi kendime. Olmayacak bir iş halbuki.

Sonra içime böyle bir sıkıntı geldi. Yaşanılan olaylardan değil ha, yanlış anlaşılmasın. Doğalgaz çok ucuz diye yakıyoruz evde 80 derecede. Ondan bir sıkıntı bastı beni. Dedim ki ben Orhan Gencebay dinleyeyim bari. Tam dinliyorum bir de ne duyayım, bazı üniversitelerde karşıt görüşlü öğrenciler kavga etmişler, ölü yaralı filan varmış. Bırak Allasen!

Aman dedim haberleri açayım bari de biraz magazinden haberdar olayım. Bu ara işler kesat anladığım kadarıyla. Hiç boşanan, aldatan ünlü filan da yok. Kapattım ben de haberleri.

Sonra dedim ki kendime, ya bu vatanı sen mi kurtaracaksın? Bırakıverdim Ferhat’ı, Seda’yı. Açtım evin tüm ışıklarını, kombiyi getirdim 90’a, kapı pencereyi de açtım dışarda kediler filan da ısınsın diye, yattım uyudum sonra.


ERTESİ SABAH

Sabah bir uyandım, hemen televizyonu açtım. Duydum ki Tuğçe KIZAZ bir daha din değiştirmeyi düşünmüyormuş. Oley be dedim, bugün güzel geçecek!

6 Mart 2016 Pazar

OT’TUR, ZARARI ÇOKTUR…



Ülkemizde bir ürünün başına bitkisel ibaresi konulunca milletimiz ondan kavanoz kavanoz, şişe şişe, bidon bidon almaya pek hevesli oluyor. Sırf ilaç kullanmaya karşıyım diye kaşık kaşık, kepçe kepçe bitki karışımları içiyor insanlar.
Peki ama bitkisel tedavi ne kadar doğrudur?


Bitkisel tedavi ile ilgili bilinmesi gerekenler:
1-Toplandığı yer: Bitkinin toplandığı yer çok önemlidir. Mesela meyan kökü bitkisi aynı dağın güney yamacından toplanırsa tıbbidir, kuzey yamacından toplanırsa sadece ottur.(Eee adam bize hangi dağın otunu sattı ki…)

2-Hazırlanış ve sunuş yöntemi: Ada çayının üzerine kaynar su dökersen bil ki sadece sıcak su içiyorsun. Öksürük filan kesilmez.

3-Kullanılacak doz: Çok basit bir örnek. Çiğdem bitkisi düşük dozda gut hastalığına iyi gelir, yüksek dozda zehirdir, adam öldürür. (Atalar ne demiş; azı karar çoğu zarar…)

4-Diğer hastalıklarla etkileşim: Kanser, şeker, tansiyon, prostat, tiroid gibi bir çok hastalığın bitkilerle olumsuz etkileşimi vardır.

5-Bitkideki diğer etkin maddeler: Bitkinin içinde sadece 1 madde tıbbidir. Ama o bitkiyi sen kaynatıyorsun ya, onun içindeki diğer 100 madde daha o suya geçiyor işte. (Karaciğer pörtlemesin sonra dikkat…)
6-Kullanılmadan önce denenmezler: Bitkisel ürünler ilaçlara göre kullanılmadan önce denenmezler. Bazen ilk denek siz olabilirsiniz. Dikkat.


Zararlı bitkisel kürler
Günlük hayatımızda sıkça kullandığımız bazı bitkiler sandığımız kadar masum değildirler. Yüksek dozda ve uzun yıllar alındıklarında bir sürü şeye yol açabilirler. Örneğin Ekinezya kanı fazla sulandırır, mide rahatsızlığı, ishal, allerji yapabilir. Sarmısak ve zencefil çok tüketilirse kanama yapar. Adaçayı çok içilirse kabız olursunuz, tansiyonunuz yükselir, cinsel gücünüz azalır Allah korusun.

Özetle, ilaç ile zehiri ayıran en önemli şey dozdur. Yani suyun bile fazlası ödem yapar, gelincik çiçeğini demet demet topla kaynat iç bakalım ne oluyor. Alice Harikalar Diyarı’ nın serisini yazarsın yeminle.

Yani sevgili kardeşim, ottur zararı yoktur demeyeceksin. İşi hekime ya da eczacıya danışacaksın. Bitkisel ürünlerin sadece tedaviye destek olduğunu bileceksin. Öyle facebook’ta gördüğün formülleri çoluğuna çocuğuna uygulamayacaksın. Uzun dönem zararlarından korkacaksın.


BONUS:  Aspirin ilacı söğüt ağacı kabuğundan yapılır. Bildiğin söğüt ağacı.  Eğer hala ‘Ben yukarıda okuduklarımdan hiçbir şey anlamadım, ben ilaç kullanmam, facebook’tan gördüğüm ot karışımını yapar onu içerim’ diyorsan; yarın başın ağrıdığında aspirin içme de, sulak bir yere git, bi söğüt gölgesi bul, kabuklarını da yavaş yavaş kemirmeye başla.
Akıllı ol-Sağlıklı ol

https://www.facebook.com/eczaciadamm/?fref=ts